KETHUDA MAHALLESİ-3

Polis karakoluyla asfalt arasında İssi pungar vardı. Suyu ılık olup içilmezdi ama çayı çok güzel olurdu. Üç tane borusundan su akardı. Yanındaki uzunca yalaktan büyükbaş hayvanlar su içerdi. Mahalleli bulaşıklarını kum ve kül ile burada yıkardı. Yol genişleyice, 20m kadar kuzeye karakolun duvarının kenarına daha sonra da yolun kenarına yapıldı. Sondajdan sonra da kayboldu..

Çeşmenin çaprazında; Yunus Hokkamlı’nın evi vardı. ( Baki, Bahattin, Adalet ve Sebahattin. Sebahattin abi çok zekiydi. Okulda beden dersinde sakatlanmıştı ve hareket edemiyordu. Herkesin ödevlerine yardımcı olurdu. İkindi vakti darbuka çalardı. Uçurtma yapmayı ondan öğrenmiştim. Bahattin usta terzi, Baki usta ise berberdi. (Oğlu Murat.) Anneleri kaz beslerdi. Kış olduğunda 2-3 tane saklayıp diğerlerini kesip kavurma yapardı.) (1)

Bu evin kuzeyinde, lokantacı Canip Onat’ın evi vardı. Canip Onat, önceleri Emrullah Karakelle’nin evinin karşısında otururdu. Sonradan buraya 2 katlı ev yaptı. Çocukları: Nurten abla, Refik Cahit ve Mine..Mustafa, Alpaslan, Nimet Tülay, Zeynep.) Lokantası da Nazir Değerli’nin lokantasının yanındaydı.

Dursun Bayrak'ın kiraya verdiği ev, İssi Pungarın karşı çaprazındaydı. Önce bir astsubay (kızı Fatma Karabacak), sonra Malatya'lı bir polis memuru, ( Oğlunun adı Uğur.) En sonunda da İbrahim Bitlisli oturdu. Bu ev ile asfalt arasında, Yunus Hokkamlı’nın bacısı Nashanım’ın (Oğlu Hasan Paşa) evi vardı. Sonraları bu eve Pancar şirketinde memur olan Zülküf Cengizhan taşındı.

Dursun Bayrak (Vehbi, Fuat, Nihat ve Metin.) ve İhsan Bayoğlu’nun evleri yanyanaydı. (Artist Ömer, Hayati, Nidai, Dursun. Sonra Bahçelievler mahallesine taşındılar. Dursun Bayoğlu, benden 1-2 yaş küçüktü, beraber oynardık. Bir gün uçan balon almıştık, tanesi bir liraydı. Dursun'un balonu kaçıp gitti. Duvarın kenarında bozuk moralle otururken, duvarın öteki tarafından gizlice benim balonu başının hizasında havalandırdım. Balonu görünce...''Balonum, balonum gelmiş dedi, birden beni görünce... Sonunda balonumu kendisine verdim.)

İhsan Bayoğlu’nun evinin yanındaki evde sırasıyla; Demiryolunda çalışan birisi (Eşinin adı Saide abla.) , sonra Mavuç abla oturdu. ( Oğlunun ismi Mehmet, Erzurum Tapu Müdürlüğünde çalışıyordu. Küçük oğlu ise bizimle okuyan Ahmet Armutçu. ) Yolun kenarında ise kunduracı Zakir Kabacoşkun’un evi vardı. (Eşi, Sivaslı Rağbet abla. Çocukları İsmet, Nurten, İsmail, Gülten ve Ayten. Rağbet abla ehram dokurdu ve çok neşeli birisiydi. Oynayarak bizim eve gelirdi, beni gördüğünde utanıp programına son verirdi. Sonradan İzmit’e gittiler.) Bu ev yola gitti.

Çaprazında Pancar Şirketi'nde çalışan Celal Denli’nin evi vardı. (Eşi Aysel abla. Ügümü’lü Hanım ablanın kızı. Çocukları; Sinan, Zaman ve Yılmaz.) Sola doğru ilerde büyükçe bahçesi olan bizim ev ve dayı dediğimiz akrabamız Kazım Özaslan’ın evi vardı. (2) Bizim evin karşısında olan iki evde ise Semih Özkan, Saime abla, Zülküf Cengizhan (Çocukları; Mücahit ve Hayati. Mücahit sol eliyle aşık oynardı ama babasından da çok korkardı. Zülküf amca uzaktan göründüğünde gizlenirdi. ) ve Hakkı Kotan oturdular.( Eşi Nurhayat abla çocukları; Halil, Hamiyet ve Mahmut.(3)

Polis karakolunu solumuza alıp ilerlediğimizde; solda Ügümülü Hanım abla (Oğlu Dadaş turizm’de kaptanlık yapan Nevzat abi, Leyla ve Aysel abla. 1980 senesinde Bursa’ya giderken Erzurum terminalinde 5-6 koli eşyamı Dadaş Turizm muavini bagaja almıyordu. O esnada Nevzat abi bu durumu görüp, muavine bastı fırçayı.. Nevzat abi, saatçı Mehmet Toraman’ın kardeşi -Meliha abla- ile evliydi.)Yanda ise Nazım Yungul’un evi vardı. (Keleş Nazım, eşi Hafiye abla çocukları Kamile, Kemal, Celal, Cemal ve Güllü abla.) ile kardeşi Niyazi Yungul’un evi vardı. (4)

Biraz ilerde, büyükçe bir bahçe ve içerisinde konak vardı. (Haşim ve kardeşi Ahmet beyin konağı. Ahmet bey Şükriye teyze ile evliydi ve çocukları yoktu. Şükriye teyze çok neşeli birisiydi. Kavurma koydum tasa türküsünü hem söyler hem de oynardı. Haşim beyin kızı Cemile abla ve oğulları; Recep, Cumhur ve Yalçın Songün.. Recep Songün Kıbrıs'ta ünv. öğr. üyesi, Cumhur ve Yalçın Songün ise Erzurumspor'da oynadılar. ) Sonraları bu konakta marangoz Binali Özcan oturdu.

Bu konak yıkılıp yerine; Durdağı Atasever (5) ve Osman Kağızmanlı (6) tarafından 2 katlı bina yapıldı. Sokağın sağında ise; saatçı Mehmet Toraman,(Mehmet Toraman öyle gezerdi ki, her taraf çamur olsa bile kesinlikle ayakkabısında ve elbisesinde çamur olmazdı. Yürürken ayakkabısına çamur değse, hemen mendiliyle temizlerdi. Dükkanını açınca en az yarım saat camlarını temizlerdi. Dükkanı, Erzurumkapı camisinin önündeydi. İsrafil genç yaşta rahmetli oldu. Öteki çocukları; Mustafa, Metin, Sabri, Sevilay, Sibel ve Fadime.. )

Bu evin yanında Davulcu Şeyh amcanın evi vardı, oğlu İbrahim Kıran. (Eşi Radiya abla, ile kızkardeşi Perihan abla. Oğlu Ümit askere gidince, Radiya abla aşırı hüzünlenirdi.) Bu evin yanında da, han işleten (Hancı Selo) Selahattin Güler oturmaktaydı. (Çocukları, Ercan ve Ensar.) Bu sokağın sonuna doğru ise Konağın karşısında Hınıs’lı nenenin evi vardı.(Cambaz Yusuf amca.)

DİPNOTLAR

1-Kazın vücudu buza değmeden kesilirse eti lezzetsiz olur. Kaz eti tandırda pişerken bundan damlayan yağ da, zemindeki kazanda demlenen pilava dökülür. Tandırın hafif ateşinde et ve pilav demini alırdı. Kazın kanatları da, soba tahtasını temizlemeye yarardı. Tüylerinden de yastık yapılırdı. Büyük ve sert tüyler ise çırtılarak, ortasından geçen sert maddeden ayrıştırılırdı. Kesilen kazlar ütülenerek (Tüyü yolunmuş kazın hafif ateşte yakılarak kalan ince tüylerinin yok edilmesi işlemi) soğuk olan kilerde tavandan asılırdı.

Mahallede çoğu ailenin; tavuğu, ördeği ve kazı vardı. Kazların mekanı ve anavatanı Malakan çayıydı. Sabah Malakan’a gelir akşam dönerlerdi. Çok kere de marşandiz treni akşam vakti istasyonda beklediğinden kazlar kesinlikle altından geçmezdi. Kazlar eve geldiğinde ıslatılmış ekmek, arpa ve doğranmış karpuz kabuğu verilirdi. Kaz ördek ve tavuklar için bahçede çimden kümes yapılırdı. Kışın tilki veya kurt geldiğinde, bağırarak huzursuzluklarını belli ederlerdi.

2- Babaanne ve Kazım dayı, Erzurum’a gideceklerinde beni de götürürlerdi, Karasakız Ahmet amcanın taksisiyle..Yolculuk başladığında hemen eliyle bir plak (45’lik) atardı. (Nuri Sesigüzel, Yüksel Özkasap veya Yıldız Tezcan..) Yolculuk, Karskapı’daki taş tünelin içinden geçip Mahallebaşı’nda son bulurdu. Eski Erzurum yolu, Alvar yolunu takip edip Laleli’de şimdiki yola karışırdı.

Mahallebaşı’nda faytoncularla pazarlık yapılırdı, (65’li yıllar.) 3 veya 3,5 lira tutardı. (O zaman 100 gr.lık çaylar 3.5 lira, 1 kilo dikdörtgen prizma kesme şeker 3 liraydı. Hatta hükümet çayın fiyatını 3 liraya düşürdü.. Ama devamı gelmedi.) Faytonun arka kısmı 2 veya 3 kişilikti. Karşısında ise çocuklar için yer vardı, ben de buraya oturur sağa sola bakardım. Armuta benzeyen lastikten kornası vardı, avucunun içinde bastırdığında çok güzel ses çıkarırdı.

Faytonun her iki tarafında da büyükçe küp şeklinde camla kaplı fener vardı. Herhalde geceleri çalışırdı veya süs olmalıydı. Faytonun arkasına çocuklar bindiğinde, arkadaşları faytoncuya hitaben ‘’Emi arkaya kamçı’’ diye bağırırlardı. Ya faytondan atlayacak veya kamçı yiyecekti. Bazen de faytoncu insaflı davranırdı.

3-Nurhayat abla, sonraları Paşabey mahallesindeki kendi evinde tek başına yaşamaya başladı. Kış gelmeden Adana’ya kızının yanına gider, baharın dönerdi. Ben Paşabey’deki okuldan (M. Akif Ersoy İlköğretim Ok.) Metem’e gidince üzülüp ağlamış. Çok kere yanına uğrardım, dertlerini bana anlatıdı. Annemizden ayırt etmezdik.

4-Hafiye abla çok kere bizim eve gelirdi, bacalardan. Çünkü yol biraz uzaktı. Bir keresinde de bir koli hazırlamıştı, postahaneye götürdüm. (Celal Yungul.. Beyazıt İstanbul. Hatırımda kalan...)Bahçelere pikniğe de beraber giderdik. Güllü abla çayda balık tutardı, büyükçe bir kayanın üzerinde. Güllü abla polis memuru Ankara’lı Tezer Gürbüz’le evlenmişti. Her yaz gelirlerdi. Celal abi de Beyazıt'ta komiserdi. Ve çok kaliteli birisiydi. Küçüklüğümden beri duyardım methini.. '''İstanbul'da bir komiser var, Hafiye ablanın oğlu. Bize çok yardımcı oldu..''

5-Durdağı Atasever’in dükkanının önünde uzun kuyruklar oluşurdu, ucuz sattığı için. Alt alta yazdığı rakamları pratik bir şekilde topladığı söylenir. Kenan Akgül, bazı günler 25 kuruşa 5 tane akide (agide) alıp ilkini hemen ağzına atardı.

6-Osman Kağızmanlı pancar şirketinde, Land Rover arazi jeepin şoförüydü. Eşi Güner abla Goran sülalesindendi.(Oğlu Mehmet Zeki.) Ramazanda, bizim evde hatimi İbrahim Hakkı Camii İmamı Mustafa hoca okurdu. (Önceleri Abıli hoca...) Önceden gelen kadınlar, sofada oturup hocayı beklerdiler. Hoca gelip, odaya geçince, dinleyiciler de teşrif buyururdu. Mustafa hoca sofadan geçip odaya girerken, Güner abla dikiş iğnesini hocanın ayaklarına batırıyor......

Bir keresinde de Güner abla hastaneye gider, muayene olmak için..Doktor, ‘’hanım neren ağrıyor’’ diye sorduğunda, ‘’Niye söyliyeyim, doktorsan.. bil.. whish’’ (vış diye okunur.) diye cevap verir. Doktor üstelediğinde aynı cevabı alır.. Neticede, Güner abla muayene olmadan eve gelir.
Kendi ekolünü oluşturan Güner abla, artık Kethuda mahallesinin doğal ve tartışılmaz lideriydi.

KETHUDA DEVAM EDECEK.

A. Yaşar Bayoğlu ile Ümit Kıran'a teşekkürlerimizle, Cemal Yungul abimize hürmetlerimizle...

Orta ikinci sınıfta tarih dersimize Adil Sofuoğlu geliyordu. Heyecanlı bir şekilde ders anlatırken (Şimdiki müdür odası. Orta koridor, en önde oturan Mücahit Cengizhan kitabın sayfalarını karıştırıyordu, hızlı hızlı.. Adil Bey, aniden durakladı ve Şöyle dedi. : ''Ne karıştırıyorsun kitabı, benim anlattıklarımı kitapta bulamazsın, Para vereyim git balonlu sakız al..'' Mücahit elini uzatarak, şöyle dedi. ''Ver...!'' ÇOK DAHA FAZLASI YAKINDA (Liseden hatıralarda.)
.........
........, Belediye Başkanı'na küfür eder, mahkeme 2.5 (İkibuçuk) lira ceza verir. Hakime sorar: ''Şimdi, bir küfür 2.5 lira mı?'' Hakim evet der.. Kürsüye 5 lira bırakır, aynı şahsa bir küfür daha eder ve gider. ÇOK YAKINDA.