Şimdiki Şakir Aksoy'un mağazasının yerinde, Kazım Özaslan'ın Sınger dikiş makinaları ve radyoları satan mağazası vardı. (1) Kazım Özaslan daha sonra, kuyumcunun aşağısındaki dükkana taşınınca burada Siirt'li hacı şeyh amca, manifatura dükkanı açtı. (2) Şeyh amca İstanbul’a gittikten sonra bu dükkana, İbrahim Hakkı hazretleri camisinin karşısında ayakkabı dükkanı bulunan Faik Küçük, kısa bir zaman sonra da Şakir Aksoy taşındı.
Yanda bulunan büyükçe kahve ise dayım Selami Özaslan'a aitti. (3) Kemal Acılıoğlu ve Şeref Takgil işlettiler. Bütün kahvehanelerde olduğu gibi burada da katkı maddesiz; limonata, vişne şurubu ve ayran yapılırdı. Hemen yanında Müceldi'li İhsan amcanın mağazası vardı. Kapıdan girince tam karşıda tezgahın arkasında sandalyede otururdu. Şöyle başlardı: ''Bak alacaksan raftan indireyim.'' Son cümlesi de sitem doluydu. ''Almayacaktın, niye indirdin..'' (4)
Abdulkadir Çakıcı'nın, ve Faik Küçük'ün ayakkabı dükkanları bitişikti. Faik Küçük’ün dükkanı evvelden Şakir Bağdiken’in manifatura dükkanıydı ondan evvel de İhsan Bağdiken tarafından kasap dükkanı olarak işletilmekteydi. Şahmehmet Onay’ın mağazası (5), bir süre sonra Tizgili'lerin bakkal dükkanı oldu. Hemen yanda Sıtkı Eroğlu'nun (Sarılar) mağazası vardı. (6)Selahattin Dalaşık’a ait balkonlu kahve (7) sonradan ikiye bölündü. Biri Mehmet Ertuğrul’un, (diğeri Selamet Koçak'ın mağazası oldu. (9)
DİPNOTLAR:
1- Kazım Özaslan akrabamızdı. Kendisine Kazım dayı , eşine ise babaanne derdik. Kazım dayı, Hürriyet gazetesi okur, ve bıçağıyla ikiye kestiği Bahar sigarasını ağızlığına takıp içerdi.
((O zaman Hürriyet gazetesi ‘’pay kuponu’’ verirdi. Biriktirince hediyeler alınırdı, şimdiki bonus gibi. 30 kupon karşılığında, İstanbul’da dayalı döşeli ev ve Mercedes taksi çekilişi yapılırdı. Ayrıca 30 kupon biriktiren herkese tercih edeceği 3 kitaptan birini verirdi. Biz, ‘’ev ilaçları’’ kitabını almıştık. Küçük ebatta ve üzerinde Faruk Geç’in çizdiği bir kadın resmi vardı. 1967 veya 1968 yıllarında Hürriyet, çıkaracağı gazeteye ödüllü isim yarışması başlatmıştı. Ben de ilkokul 2 veya 3. Sınıftaydım. ‘’Dost’’ adını yazıp gönderdim. Günaydın ismini yazan, yarışmayı kazanmıştı. Herhalde, Erzurum Taşmağazalar’dan bir kişiydi. Web-roto ofset tekniğiyle basılan, Haldun Simavi'nin Günaydın gazetesi kısa bir zaman sonra bayilerde ''yok satmaya'' başladı. ))
Kazım dayı her zaman yelekli takım elbise giyerdi. Oturma odalarında, Ülkü takvimi, termometre ve antika duvar saati vardı. Prensipli ve kültürlüydü. Esnaf Kefalet kooperatifinin defterlerini tutardı. Ramazanda beni davet ettiklerinde güllaç yediğimi hatırlıyorum. Sofradan kalkarken afiyet olsun dediğimde kibarca ziyade olsun demem gerektiğini belirttiler. Bahçelerinde leylak ağaçları vardı. Babaanne, Kazım dayıya her zaman Caniko derdi. Akşam dayı çarşıya gidince babaanne de bize gelirdi. Biraz nazlandıktan sonra da, ‘’Bir varmış bir yokmuş Allah’ın kulu çokmuş. Zamanın birinde bir padişah varmış… ‘’diyerek başlardı, hekat (masal) anlatmaya..
Babaannem dayımla Erzurum'da kızkardeşlerini görmeye gidince beni de götürürlerdi. Sabah gider akşam dönerdik, Ahmet amcanın (Karasakız) Chevrolet taksisiyle.. Mahallebaşı’nda taksiden inilince faytona binilirdi. Faytoncu yol ücreti olarak 3.5 dese de 3 liraya anlaşılırdı. İkisi birinci mevkiye oturur, ben de karşılarında ki yere oturur, dükkanları seyrederdim. Faytoncu sağ tarafında bulunan ve armuta benzeyen kornaya eliyle bastırıp bırakınca çok güzel ses çıkardı.
2-Hacı Şeyh amcanın, iki erkek iki de kız olmak üzere dört çocuğu vardı. Abdurrahman, Hamza, Didare ve Ayşe. Evleri de şimdiki sosyete giyimin karşısında kömür satılan büyükçe bahçenin içerisindeydi. Bahçenin içinde tam karşıda dayım Selami Özaslan oturuyordu. İstanbul’a yerleşince Şevki Ergün oturdu. Yanında, Baki Yüce, tam köşede de Hacı Şeyh, son evde ise Nef’i İlkokulu'nda öğretmen Remzi Erkılıç otururdu.
Abdurrahman abi evlendiğinde ben çok küçüktüm, Siirt’ten gelin getirdiler. Evde sadece kadınların olduğu sade bir düğün töreni yapıldı. Bu eğlence için şeyh amca fetva vermiş ve şöyle demişti. ‘’Elde fuji, mujiga fuji. Büyük fuji günah, küçük fuji sevap.’’ Hamza abi, benden 4 yaş büyüktü. Fen fakültesi matematik bölümünü bitirdi, sonra da muvazzaf subay oldu. 1982 yılında aynı garnizonda yaptık askerliğimizi. Ben 171. Dönem astğm. İken, o da ütğm (veya yzb.) İdi. Olgun ve ağırbaşlı bir mizaca sahipti, örnek alınacak bir şahsiyetti. Mağazanın dışında hiçbir yere gitmezdi. Yürürken, sol bacağıyla elipsoid bir kavis çizerdi.
3-Kahvehanenin arkasında otel, bahçesinde ise han bulunmaktaydı. Ulaşım olmadığından köydekiler sabah erkenden ilçe merkezine gelip işlerini görürlerdi. Akşam kahvenin otel kısmında veya handa yatıp sabahleyin de köylerine dönerlerdi. Tortum’dan meyve getirip takas metoduyla satış yapanlar da handa yatarlardı. Meyve verilip karşılığında un veya zahire alınırdı.
4-Çocukluğumuzda giyilen pantolonlar: a) Terzide diktirilen kumaş pantolonlar, b) Kot pantolonlar. Bunların en meşhuru Wrangler marka idi, sosyetik zenginler giyerdi. c) Mavi veya siyah renkte olan fitilli pantolon. Bunu da genellikle köydekiler giyerdi. d) Yeni çıkmaya başlayan ve adına çadır pantolon denilen koyu çimen yeşili renkte olanlar. Mahmut Kotan, bu mağazadan bir çadır pantolon almıştı, çok da hoşumuza gitti. Ne kadara aldığını sorduğumuzda, ''9 liraydı 5'e aldım.'' dedi.
Cebimde biriktirdiğim 7 lira vardı. Dükkana vardım.
--Çadır pantolon ne kadar?
-- 9 lira.
--Pahalı
--8 lira olur. (Ben yavaş yavaş dükkandan çıkarken.)
--Gel gel 7 lira. (Küçük adımlarla çıkarken, 5 demesini bekliyorum. Sonuçta 5 demedi, ben de utanıp 7 rakamını kabul edemedim. Utangaçlığımdan dolayı çadır pantolon hayalim hüsranla bitti.)
--Çadır pantolon ne kadar?
-- 9 lira.
--Pahalı
--8 lira olur. (Ben yavaş yavaş dükkandan çıkarken.)
--Gel gel 7 lira. (Küçük adımlarla çıkarken, 5 demesini bekliyorum. Sonuçta 5 demedi, ben de utanıp 7 rakamını kabul edemedim. Utangaçlığımdan dolayı çadır pantolon hayalim hüsranla bitti.)
5-Oğulları, İlhami, Osman ve Canip. Osman, İTÜ. makine mühendisliğinde bir yıl okuduktan sonra gelip Erzurum'da tıp okuyup doktor oldu. Çok zekiydi, aynı zamanda kopya çekmede profesyoneldi. Bursa'da hekimlik yaparken yakın zamanda rahmetli oldu.
6-Sıtkı Eroğlu'nun evinde örgü makinası vardı. Orlon (Diana) tellerden kazak ve hırka türü şeyler örülürdü. Ulucami'ye giderken mezarlığın sağındaki iki katlı evin üst katında otururlardı. İki kanatlı ve camlı alt katta ise Haluk Günaydınlı otururdu.
7-Kahveyi Selahattin Dalaşık işletirdi, Celal Yaşar da garsonluk yapardı. Beline bağlı bölmeli siyah önlüğü bozuk para doluydu. Çok kere de sağ eliyle paraları karıştırıp para sesi çıkarırdı. Hasan emi gibi masaları silmek için boynunda havlu bulunurdu. Giriş kapısının karşısında çay ocağının solunda yaklaşık yerden bir metre yükseklikte seki gibi bir bölüm vardı. Her sabah, şimdiki Kadıoğlu dükkanının yerinde bulunan Mustafa Çiftçi’nin bakkalından evin ihtiyaçlarını aldıktan sonra buradan dondurma alırdım. Dövme dondurmanın tadına doyum olmazdı. 15-20-25 bazen de 35 kuruşluk alırdım. 15-20 kuruş olunca yuvarlak külah, 25-35 kuruş olunca koni şeklindeki külahla verirdi. Dondurma sade idi, vişneli olanı sonraları çıktı.
8- Mehmet Ertuğrul, beyaz metalik çerçeveli gözlük takardı. İri yarı, heybetli ve Kadir Savun'a benziyordu. Mağazasında Siera marka radyo da satardı. İstanbul'a gittikten sonra, dayımla ortak ÖZ-ER marka gömlek üretip toptan satmaya başladılar.
9-Selamet Koçak, çok hızlı konuşurdu, zayıf ve biraz da uzun boyluydu. 1969-1970’li yıllarda elbiselik kumaşın metresi 35 liraydı. (Bir kilo şeker 3 lira, 100 gr. çay 3.5 lira, ekmek 60 kuruş..)
Katkılarından dolayı; Şakir Aksoy, A. Yaşar Bayoğlu ve Cengiz Deren'e teşekkür ederim.
ÇARŞI DEVAM EDECEK.
ÇARŞI DEVAM EDECEK.