İZ BIRAKANLAR

ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI
(d. 18 Mayıs 1703-ö. 22 Haziran 1780, Hasankale, Erzurum)

Türk mutasavvıf, sosyolog ve alim. Marifetname' nin yazarıdır. Küçük yaşlarda annesini ve daha sonra babasını yitiren İbrahim Hakkı, bir süre amcasının yanında kalmış, bu süre içinde eğitimine devam etmiştir. 1747'de İstanbul'a gelerek Sultan I. Mahmut ile görüşmüştür. Yeniden Erzurum'a dönen İbrahim Hakkı, sürekli olarak dinî ve bilimsel konularla ilgilenmiştir.

1780 yılında rahatsızlanarak aynı yılın 22 Haziran günü vefat etmiştir. Kabri Tillo' dadır. Manzum ve düz yazı toplam on beş eser yazmış olan İbrahim Hakkı'nın en önemli eserleri Divan ve Marifetname'dir.

Erzurumlu İbrahim Hakkı, astronomi, fizik, psikoloji, sosyoloji ve din alanlarında pek çok çalışma yapmıştır. Tasavvufi konularla birlikte fen bilimleri hakkında da geniş bilgileri kapsayan Marifetname adlı eseri, ansiklopedik bir özellik taşımaktadır.

1757'de tamamlanan Marifetname, yalın ve halkın anlayabileceği bir dilde yazılmıştır. Yazarın söylediğine göre, Marifetname 400 kitaptan yararlanılarak yazılmıştır. Bu kitapta ilk defa bir alim tarafından Güneş Sistemi ('hey'et-i cedide') anlatıldı.

Kaynak: Wikipedia

MUHAMMED LÜTFİ
(d.1868, Hasankale, Erzurum-ö.1956, Erzurum)

Muhammed Lütfi Efendi, Ezrurum’un yetiştirdiği önemli şahsiyetlerden biridir. Erzurum halkı arasında "Alvarlı Efe" adıyla bilinir. Alvarlı Efe, hemen her Erzurumlu'nun gönlünde gerek mısralarıyla, gerekse menkıbeleriyle taht kurmuş, saygı ve sevgiyle anılan, gönül erlerindendir.

Muhammed Lütfi Efendi, Hoca Hüseyin Efendi’nin oğludur. Annesi Hasankaleli Mazlumoğlu Hacı Emin Efendi’nin kızı Hatice Hanım’dır. Lütfi Efendi, H. 1285 yılında Hasankale’nin Kındığı köyünde dünyaya gelmiştir. İlk tahsilini babası Hoca Hüseyin Efendi’den tamamlayan Muhammed Lütfi Efendi, H. 1307’de 22 yaşında iken Hasankale’de Sivaslı Camii’ne imam olmuştur. Bu imamlığı esnasında ilmi yeteneği ve güzel ahlakıyla alimlerin, eşrafın ve bütün halkın takdirini kazanan Alvarlı Efe, aynı yıl babasıyla birlikte Bitlis’e giderek Hoca Piri Küfrevi'ye intisap etmiş; bir müddet sonra onun seçkin bir halifesi olarak Hasankale’ye dönmüştür.

Daha sonra Erzurum’un Dinorkom köyüne dönen Muhammed Lütfi Efendi, 1 nci Dünya Savaşı’na kadar burada kalmıştır. Rusların Erzurum’u işgali üzerine babasıyla birlikte Erzurum’a göçmüş, babasını burada bırakıp kendisi imamlık göreviyle Yavi nahiyesine gitmiştir. Rus istilası müddetince burada kalmıştır. Ermenilerin katliam başlatmaları üzerine, kendi köyünden ve çevre köylerden topladığı 60 kişilik bir müfrezeyle Rusların karargah deposu olan köye saldırmış, orada bulunan Ermenileri püskürterek Oyuklu köyünün yanıbaşındaki Rusların deposunu teslim almıştır.

Ancak müfrezenin depoyu yağmalamasına engel olamamış ve dolayısıyla da Ermenileri istediği gibi takip edememiştir. Yanında kalan birkaç kişiyle Ermenileri takip eder gibi davranarak, Haydar boğazındaki Zergideler köyünde Türk ordusuna iltihak eden Muhammed Lütfi Efendi, orduyla birlikte gün doğarken Erzurum’a girmiştir. Doğruca babasının kaldığı eve koşmuş, ancak onu Ermeniler tarafından kafasına tüfek dipçiğiyle vurularak ağır yaralanmış bir halde bulmuştur. İkindiye kadar babasıyla meşgul olmuş, akşama doğru vefat eden babasını Kavakkapı kabristanına defnetmiştir.

Muhammed Lütfi Efendi, Erzurum’un kurtarılmasından sonra tekrar Hasankale’ye dönmüştür. Kendisine teklif edilen müftülük görevini kabul etmemiş, yakındaki Alvar köyü halkının daveti üzerine oraya gitmiştir. Bu köyde 24 yıl imamlık yapmış olmasından dolayı halk arasında, "Alvarlı Efe" adıyla meşhur olmuştur.

1939 yılında yakalandığı hastalığının tedavisi için doktorların Erzurum’da kalmasının uygun olacağını söylemeleri üzerine, köy halkından izin isteyerek Erzurum’da Mehdi Efendi mahallesinde kiraladığı bir eve yerleşmiştir.16 yıl boyunca irşat ve ilmi faaliyetlerine burada devam eden Muhammed Lütfi Efendi, 12 Mart 1956 yılında Erzurum’da vefat etmiştir. Cenazesi kalabalık bir cemaat eşliğinde Alvar köyüne götürülüp orada toprağa verilmiştir. Vefatından sonra şiirleri oğlu tarafından Hulasat'ul Hakayık adı altında kitaplaştırılmıştır.

Kaynak: Pasinler Belediye Bşk.lığı ve Wikipedia

NEF'İ
(d. 1572, Hasankale, Erzurum – ö. 1635, İstanbul)


17 nci yüzyıl Türk şairlerindendir. Kasidede gerçek bir varlık göstermiş ve gerek kendi zamanında, gerekse sonraki yüzyıllarda kaside yazan bütün şairleri etkilemiştir.

Asıl adı Ömer olan Nef'i 1572 yılında Erzurum'un Hasankale ilçesinde doğdu. Bundan dolayı devrin kaynakları Nef'i'den Erzenü'r-Rumi diye söz ederler. Babası sipahi Mehmed Bey diye anılan bir kişidir. Daha küçük yaşlardan itibaren güçlü bir eğitim gören Nef'i, öğrenimine Hasankale'de başlamış, daha sonra Erzurum'a gelerek devam ettirmiştir. Burada Türk edebiyatının ünlü eserlerini okuyup, Arapça ve Farsça öğrenmiştir. Nef'i Erzurum'da öğrenimini sürdürürken genç yaşında şiir yazmaya da başlamıştır. İlk mahlası Zarri "zararlı"dır. 1585 Erzurum defterdarı olan Gelibolulu Müverrih Ali, şiirlerini görmüş, beğenmiş ve bu genç şaire Nef'i "nafi, yararlı" mahlasını vermiştir.

Padişah 1 nci Ahmet zamanında İstanbul'a gelip, devlet hizmetine girerek farklı memurluklarda çalışmıştır. Daha sonraları 2 nci Osman ve 4 ncü Murat dönemlerinde yıldızı parlayarak sarayla yakın bir ilişki kurmuştur. Hicviyeleri ile ünlenen Nef'i, yazdığı hicivlerle dönemindeki birçok kişinin nefretini ve öfkesini üstüne çekmiştir.

Uzunca bir süre 4 ncü Murat tarafından korunmuş, daha sonraları 4 ncü Murat kendisinden hiciv yazmamasını rica etmiştir. Her ne kadar Nef'i padişah 4 ncü Murat'a bu konuda söz verse de, kalemini durduramayıp Vezir Bayram Paşa hakkında bir hicviye kaleme almıştır. Bu hicviyesinden ötürü, 1635 yılında sarayda boğularak öldürülmüştür.

Onu bu kötü sona sürükleyen hiciv edebiyatında, çok başarılı olduğu aşikardır. Nef'i, hicvin yanı sıra övgü edebiyatıyla da göz doldurmuştur; bugün divan edebiyatının en beğenilen kasidelerinden birçoğu onun eseridir. Yazdığı kasideler güçlü tekniği ve kendine has ahengi ile fark oluşturmaktadır. Bazı kasidelerinde yer yer gördüğümüz aşırı süs ve abartıları bile, güzel ahengi ile sunilikten uzak doğal bir lezzet oluşturmaktadır.

Kaynak: Wikipedia

HAFIZ FARUK KALELİ
(d.1896 Erzurum-ö.22 Kasım 1947)

Türk şair, bestekar, güftekar ve türkücü. Sanatçı kimliğinin yanı sıra hafızlık ve öğretmenlik yapmıştır. Hayatı boyunca kendi yazdığı eserlerin yanı sıra pek çok anonim Erzurum türküsünü derlemiştir. Önemli derlemeleri arasında Erzurum Çarşı Pazar adıyla derlenen Sarı Gelin sayılabilir.

Erzurum türkülerinin en önemli kaynak kişisi olan Hafız Faruk Kaleli 1896 yılında Hasankale'de köklü bir ailede dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. Babası Abdurrahman Efendi tarafından, abisi Ali Rıza ile birlikte küçük yaşta, eğitim almak üzere Erzurum'a yerleştirildi ve burada kısa zamanda her ikisi de tanınmış birer hafız oldu.

Askerliğini 1 nci Dünya Savaşı esnasında Çanakkale'de topçu eri olarak yaptı.19 yaşında iken Çanakkale Savaşlarına katılan Hafız Faruk Kaleli, savaş sonrası Rus işgali altındaki Erzurum'a dönerek Hasan Basri İlkokulu'nda öğretmenlik görevine başlamıştır. O yıllarda öğretmenliğin yanı sıra, Lala Paşa Camii imamı bestekar Kitapçızade Hafız Hamit Efendi ile birlikte konaklarda ve oturma odalarında sesi güzel hafızları da yanlarına alarak tasavvuf musikisi icra etmişlerdir.

Türk kültürüne asıl hizmeti yöresinin türkülerine sahip çıkmakla ve onların büyük bir bölümünü repertuvara kazandırmakla yapmıştır. Muzaffer Sarısözen'le tanışmış ve onun davetiyle, misafir sanatkar olarak Yurttan Sesler Topluluğu'na katılarak Erzurum çevresinden derlediği türküleri radyoda okumuştur. Böylece bu türkülerin tüm Türkiye'ye duyurulmasında öncü olmuştur. Bu gün TRT Repertuarında yer alan Erzurum türkülerinin büyük bir bölümü Faruk Kaleli'nin emek ve gayretleri sonucunda bir araya gelmiştir.

22 Kasım 1947 senesinde vefat eden Hafız Kaleli Türk edebiyatının büyük ismi Ahmet Hamdi Tanpınar'ın ifadesiyle "Erzurum'da öteden beri devam eden iki başlı musiki geleneğinin son varisidir."

Kaynak: Wikipedia ve Erzurum Portalı.Com
 Görsel: Erzurum Portalı.Com

ÇARIKLIOĞLU İSMAİL EFENDİ (İSMAİL FIRAT)
(d.1905, Hasankale, Erzurum-ö.1970, Hasankale, Erzurum)

Ailesi tarafından güçlü bir din eğitimi almış olan İsmail Fırat, Hasankaleliler arasında daha çok "İsmail Efendi" olarak bilinir. Engin bilgi, görgü ve eğitim düzeyini kişiliğine yansıtmış entellektüel bir gönül adamı ve din alimidir. Kendisi yaşadığı yıllarda parmakla gösterilecek kadar az olan Osmanlı dönemi rüştiye mezunlarından olup; çok iyi derecede Arapça, Farsça ve Osmanlıca biliyordu. Babası Hasankale'nin en köklü ve ileri gelen ailelerinden biri olan Çarıklıoğullarından Halil Efendi ve annesi Ümmehan Hanımdır. Güzel ahlakı ve mütevazılığıyla, ilahileri, sohbet ve vaazlarıyla başta Hasankaleliler olmak üzere, yaşadığı dönemde onu tüm tanıyanların gönüllerine taht kurmuş saygın büyüklerimizdendir.

Rus işgali (2 Şubat 1915-13 Mart 1918) döneminde Kuva-yi Milliye'ye katılan abisi Mehmet Çarıklıoğlu' nun da esir düşmesi ile ailenin geride kalan tek erkek çocuğu olarak acı, kan ve gözyaşı ile dolu geçen işgal ve muhacirlik yıllarını annesi Ümmehan hanım ile birlikte sıkıntılar içinde geçirmiştir.

Abisi Mehmet Çarıklıoğlu Muhammed Lütfi Efendi (Alvarlı Efe)'nin karşılıklı nazım ve beyitlerle yazıştığı çok yakın gönül dostu olup, yüksek eğitimli aydın bir alimdi. Esir düştükten sonra kendisinden bir daha haber alınamamıştır. Rus ve Ermeniler tarafından İşkence edilerek veya başka bir şekilde şehit düştüğü sanılmaktadır.

İsmail Efendi'nin genç yaşlarda geçirdiği bir romatizmal hastalık, vücudunda kalıcı sakatlık oluşmasına neden olmuştur. Hastalığı sebebiyle uzunca bir süre yataktan çıkamadığından, ailesinden kalan mal varlıklarıyla da ilgilenememiş; büyük bir bölümünün işgal sırasındaki kargaşadan yararlananlar tarafından, yağmalanışını seyretmek zorunda kalmıştır. İyileştikten sonra sakat kalmasına rağmen hiç durmadan çalışmaya devam etmiş; çiftçilik, kaplıca işletmeciliği, kabzımallık gibi işler yapmıştır. Hayatı boyunca yağmadan arta kalan mal varlığını ve yaptığı işlerden kazandıklarını ise hayır ve hasenat olarak çevresine cömertçe dağıtmıştır. Engin şefkati, merhameti ve hayır severliği kendini ve ailesini dahi ihmal edecek düzeyde olan bu değerli şahsiyet; maalesef sonraki yaşamını fakru zaruret, acı ve sıkıntılar içerisinde geçirmiştir.

1970 yılında geçirdiği kalp hastalığı nedeniyle 65 yaşında vefat etmiştir. Merhumun ilçe mezarlığındaki yeri kaybolduğu için maalesef bilinmemektedir. Çarıklıoğlu İsmail Efendi'nin çok zengin bir siyer, ilahi ve menkıbe hazinesi olan envanteri yazılamadığı için, maalesef günümüze aktarılamamıştır. Sesinin çok güzel oluşu ve Türkçeyi çok güzel ve etkili kullanması da onun hatırda kalan özelliklerindendir.
 
Allah(c.c) kendisine rahmet ve mağfiret eylesin; Mekanını cennet, son nefesine kadar ilahileriyle, menkıbeleriyle dilinden düşürmediği Peygamber Efendimiz(s.a.v) ve onun Ashabına komşu eylesin(Amin).


BABAM

Mahluka değil, Halık'a gönül vermişsin,
Her nefeste zikredip, arif olup ermişsin,
Gelmişsin Sen de bu yalan dünyaya!
Bir mezar taşı bile bırakmadan; İnfak edip herşeyi,
Kara toprağa girmişsin Babam!

Tutunarak rükulara kalkıp secdelere vardığın;
Ulu Caminin ahşap direğinden başka
Vefa gösteren, kıymetini bilen...
Tutan olmamış elinden; ne yazık!
Onbir yaşlarında kaybettiğin gözünün nuru,
Dostun, dert ortağın, umudun oğlun Nuncil'den başka.

Üç yaşında yetim bıraktığın bu fakire ise,
Ardında bıraktığın yamalı ceketinden çıkan;
Belli ki hep acısını duyduğun, gizlice bakıp ağladığın,
Ölen yavruna ait özenle koruyup sakladığın resminden başka,
Bir mezar taşı bile bırakmadan, İnfak edip herşeyi,
Kara toprağa girmişsin Babam!

Öldüğün gün başucundakiler şahit olmuş ki;
Meğer yalnız değilmişsin; özlemiş seni Yüce Dost!
Sanki Seni melekler hazırlamış; Maksuda varışına,
Abdest aldırmışlar sana su ve suyu döken görünmeden;
Yemek sunmuşlar Sana yemek ve getiren görünmeden;

Seyreylemişsin dilinden hiç düşürmediğin,
Hz.Ebubekir'i, Hz.Ömer'i, Hz.Osman'ı, Hz.Ali'yi, ...
Elinde Sancak olan Hz.Hamzayı ve ardındaki Sahabeyi...
Seyreylemişsin "Sizi Yaratana Kurban Olayım" nidalarıyla...

Huzur ve mutluluk içerisinde vermişsin son nefesini,
Gök kubbede bıraktığın son sada olmuş, Kelime-i Şehadet;
Ve cemalinden bizlere kalan son ve tek hatıra olmuş,
Yüzündeki tebessüm, huzur ve saadet.

Tubay Fırat


NEZİHE FIRAT
(d.1932, Hasankale, Erzurum-ö.2022, Yakutiye, Erzurum)

Nezihe Fırat 1932 yılında Erzurum'un Pasinler (Hasankale) ilçesinde dünyaya gelmiştir. Babasının adı Halil, annesinin adı Seher'dir. Çok zeki ve öğrenme temayülü çok yüksek olmasına rağmen ailesince erken yaşta evlendirildiğinden, çok istediği halde okula gidememiştir. Bu eksikliğini evliliği süresince kendisi alim ve aynı zamanda çok değerli bir gönül adamı olan kocası İsmail Fırat'ın engin bilgisinden istifade ederek gidermeye çalışmıştır. Ondan özellikle dini konularda birçok şey öğrenmiş; ilgi ve merakla dinlediği İslam tarihi, siyer ve savaş hikayelerini detaylı olarak ezberlemiştir.

Nezihe Fırat, etkileyici bir anlatım kabiliyetiyle öğrendiklerinden başkalarının da istifadesine vesile olmuş olan karizmatik bir büyüğümüzdür. Takdire şayan örnek bir anne olmasının yanında mütevazılığı, nüktedanlığı ve hoş sohbetli oluşu; onu çevresinde çok sevilen, saygın biri haline getirmiştir. İyi bir müzik kulağı ve sesi olan Nezihe Fırat'ın, ilahi dinlemeyi ve söylemeyi çok sevmesi de hatırda kalan özelliklerindendir.

Nezihe Fırat evlilik yıllarının büyük bir bölümünü fakru zaruret, acı ve sıkıntılar içerisinde geçirmiştir. Kocasının önceki eşinden olan iki çocuğuna da (Muhdes Fırat ve Harise Selçuk) öz annelerini aratmayacak düzeyde annelik yapan Nezihe Fırat, en  büyüğü 11 yaşında olmak üzere art arda çocuklarını kaybetmiş; 1970 yılında eşinin vefatıyla da genç yaşta dul kalmıştır. Kendisine kocasından hiçbir gelir kalmamasına rağmen, yetim kalan çocuklarına (Enis Fırat, Muktedun Fırat, Alpay Fırat ve Tubay Fırat) kol kanat gererek örnek bir annelik sergileyen Nezihe Fırat; kışları uzun ve sert geçen bir beldede kimsesizlik ve yokluk gibi zor şartlara göğüs gererek kahramanca mücadele etmiştir; öyle ki, çocuklarını yetimhanelere götürmek için evine gelen dönemin resmi yetkililerine ağlayarak direnip karşı çıkmıştır.

Dört oğlunun da inaçlı, ahlaklı, aydın, iyi birer insan olmaları ve okumaları için gayret göstermiş, bu uğurda tek başına evlatlarına olağan üstü bir önderlik ve fedakarlık sergilemiştir. Nitekim Allah(c.c)'ın izni ve lütfuyla bu gayretleri boşa gitmemiş; dört oğlunun da yüksek tahsil görerek makam ve mevki sahibi olmalarına vesile olmuştur.

Kalan yaşamını Erzurum'da bir takım hastalıklarla mücadele ederek sürdüren Nezihe Fırat, 12 Ağustos 2022 Cuma günü tedavi gördüğü hastanede Hak'kın rahmetine kavuşmuştur. Kendisi Erzurum Abdurahman Gazi Mezarlığına defnedilmiştir. Hiç dilinden düşürmediği "Bütün dünya benim olsa gamım gitmez nedendir bu? Ezelden gam toprağıyla çekilmiş bir bedendir bu" beyiti adeta onun hayatını özetler gibidir.

Allah(c.c) kendisine rahmet ve mağfiret eylesin; Mekanını cennet, hayatı boyunca ilahileriyle, menkıbeleriyle dilinden düşürmediği Peygamber Efendimiz(s.a.v) ve onun Ashabına komşu eylesin(Amin).

ENİS FIRAT
(d.1955, Hasankale, Erzurum-ö.1998, Beypazarı, Ankara)

Sevgi, şefkat, iyilik ve merhamet dolu koca yüreğiyle büyük, küçük, yaşlı, ihtiyar...Onunla tanışan, konuşan herkesin gönlüne girmiş değerli bir büyüğümüz, öğretmenimiz ve eğitim gönüllümüzdür.

Hasankale'de çok genç y
aşlarında Allah(c.c) vergisi olan kabiliyet ve girişimciliğiyle amatör ve daha sonra profesyonel fotoğrafçılık, yüzde yüz yerli prototip sinema makinesi tasarım ve yapımı, yazlık(açık hava sineması) ve kışlık sinemacılık gibi bir çok ilklere imza atmıştır.

Erken yaşlarda babasını kaybettiği için hem kendi ve hem de ailesinin geçimini üstlenmek zorunda kalmış, orta ve lise öğrenimini okuldan arta kalan boş zamanlarında geçici ve mevsimlik işlerde çalışarak tamamlamıştır. İlçemizin öğretmen ihtiyacı olan köylerinde bir müddet vekil öğretmenlik yaptıktan sonra, Erzurum Kazım Karabekir eğitim fakültesine girmiştir. Bu okuldan mezun olana kadar, öğrencilikle birlikte yukarıda bahsedilen kendi kurduğu işleri de yürütmüştür. Mezun olup öğretmen olarak ilk ataması yapıldıktan sonra, vefatına kadar öğretmen ve okul idareciliğiyle iştigal etmiştir.

Görev yaptığı yerde de halkın eğitim ve öğretimine yönelik faydalı birçok işler icra etmiştir. Yine görev yaptığı okulun ihtiyaçlarına yönelik yapmış olduğu yorucu bir faaliyet sonrasında, 26.01.1998 günü Kadir Gecesinde geçirdiği kalp krizi sonucu 43 yaşında vefat etmiştir.

Bu kısacık ömrüne Yüce Allah(c.c)'ın izniyle birçok devasa güzellikler sığdıran bu değerli büyüğümüze Allah(c.c) rahmet ve mağfiret eylesin; Mekanını Cennet, Peygamber Efendimiz(s.a.v) ve ashabına komşu etsin(Amin).

Vefatıyla tüm sevenlerini ve özellikle kendini çok seven görev yaptığı yöre halkını derin bir üzüntüye boğmuştur. Vasiyeti gereği okulunu (Eski Uruş Orta Okulu) görecek şekilde belde mezarlığına defnedilmiştir. Uruşlular merhumu sağlığında olduğu gibi öldükten sonra da bağırlarına basarak, büyük bir kadirşinaslık örneği sergilemişler; Bu değerli büyüğümüzün anısını yaşatmak için okulunun ve mezarının üzerinde bulunduğu caddeye adını vermişlerdir. Allah(c.c) hepsinden razı olsun.

TUBAY FIRAT
(d.1967, Hasankale, Erzurum)

Türk şair, bestekar, güftekar, müzisyen, araştırmacı, düşünür ve yazar. Tubay Fırat, günümüzde popülaritesi giderek artmakta olan modern tarzdaki dini müzik akımının öncülerindendir. Bu kapsamda herhangi bir kalıp, tür ve usule bağlı olmayan özgün motifler içeren arabesk tarzında birçok eser bestelemiştir. Gençlik yıllarından itibaren 40 yılı aşkın bir süreç içerisinde yaptığı bu eserlerini, profesyonel anlamda ilk olarak 2021 yılından itibaren yayınlamaya başlamıştır. Eserlerinin sözleri hece ölçülü ve kafiyeli olup genel olarak Allah(c.c)’ı zikredip O’nu yücelten, zulmü yerip hakkı savunan, dini ve ahlaki yozlaşmaya karşı duran, şirkten sakınma, takva, iyiliği emredip kötülükten sakındırma ve din kardeşliği gibi temel İslami prensipleri öğütleyen halk şiirleri tarzındadır. Eserlerinin tamamını çok sevdiği ve değer verdiği annesi Nezihe Fırat'a ithaf eden sanatçı, aynı zamanda aktif bir araştırmacı ve düşünür olarak dijital platformlarda içerik üreticiliği ve blog yazarlığı da yapmaktadır.

Kendisi 1967 yılında dört erkek kardeşin en küçüğü olarak Erzurum'da dünyaya geldi. Babasının adı İsmail, annesinin adı Nezihe’dir. Henüz üç yaşındayken babasını kaybetti. Evlatlarına kol kanat geren annesinin sergilediği fedakarlık babasının yokluğunu aratmasa da babasını hiç hatırlayamamanın burukluğunu ömrü boyunca hissettiğini belirten Tubay fırat, Orta ve liseyi Erzurum'un Pasinler(Hasankale) ilçesinde okudu. Lise yıllarında bir süre hem okuyup hem de fotoğrafçılık yaptı. Daha sonra Erzurum'da İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesini bitirerek yüksek tahsilini tamamladı. İstanbul'da vatani görevini yedek subay olarak yaptıktan sonra Hava Kuvvetlerinin açtığı sınavı kazanarak 1992 de Türk Silahlı Kuvvetleri saflarına teğmen rütbesiyle katıldı. Başarılarla dolu geçen bir muvazzaflık sürecinin ardından 2010 yılında kıdemli binbaşı rütbesindeyken kendi isteğiyle emekli oldu.

Tubay Fırat, çocukluk yıllarında kendisini kardeşten öte bir baba gibi sevdiği en büyük abisi olan merhum Enis Fırat'tan hem fotoğrafçılık ve sinemacılık hem de bağlama çalmayı öğrenmiştir. İlkokul yıllarından itibaren gerek zeki, çalışkan ve başarılı bir öğrenci oluşuyla gerekse resim yapma yeteneğiyle başta İbrahim Hakkı İlkokulu Müdürü merhum Kemal Kadıoğlu ve sınıf öğretmeni Abdülkadir Kızıler olmak üzere okuldaki tüm öğretmenlerin ilgisine mazhar olmuştur. Ortaokulda da başarısını devam ettiren Tubay Fırat, bu dönemde dersleri haricinde müzikle de ilgilenmiştir. İlerleyen yıllarda kendini geliştirerek elektro bağlama, flüt ve org çalmayı da öğrenmiş; lise yıllarında ise beste yapmaya, şarkı sözü ve şiir yazmaya başlamıştır.

Meraklı ve iyi bir gözlemci olan Tubay fırat çocukluğundan itibaren masal, hikaye, roman gibi şeylerden ziyade fen bilimleri, astronomi, tıp, arkeoloji, elektrik ve elektronik gibi bilimsel ve teknolojik konulara daha çok ilgi duyan bir şahsiyettir. Kendisi içeriği müspet bilimle alakalı olmayan branşları ve bunlarla ilgili neşriyatı dinimizin yasakladığı "faydasız ilim" kapsamında görmektedir. En sevdiği meşgalesi, kainatın akıllara durgunluk veren o kusursuz ve muhteşem yaratılışı üzerinde düşünmektir. Bu şekilde mevcudattaki hikmeti, güzellik ve sanatı sezinleyerek Yüce Rabbi'ne olan özlemini gidermeye çalıştığını söyleyen Tubay Fırat'ın tebessüm ederek anlattığına göre çocukluğunda evde deneyler yapar, bulduğu cihazları söküp hem onları anlamaya hem de parçalarından yararlanarak kendince bir takım icatlar yapmaya çalışırmış. Öyle ki bu nedenle bazen evdeki cihazları bozup eşyalara zarar verdiği ve elektrik sigortalarını attırdığı bile olurmuş. Bu sebeple de aile büyüklerinden sıkca azar işitirmiş. Bu uğraşlarının ileride çok faydasını gördüğünü, örneğin evinde kullandığı araç ve gereçlerle ilgili arızaların çoğunu tamircilere gerek duymadan kendisinin tamir edebildiğini belirtmektedir.

Tubay Fırat, kırklı yaşlarından itibaren Kur’an’ı Kerim'i hayatının merkezine almasıyla birlikte din konusunda kendisini sorgulamaya başlamıştır. Bunun neticesinde kendi ifadesiyle geçmişteki dinle olan irtibatının sadece taklitten ibaret olduğunun, bu konudaki doğru sandığı birçok şeyin yanlış olduğunun ve Allah(c.c) için yapılmayan her şeyin bir hiçten ibaret olduğunun farkına varmıştır. Böylece hayatının her alanında olduğu gibi sanata bakışını da değiştiren Tubay Fırat, müzik ve şiir hususunda Kur’an’daki şairlerle ilgili ayetlerin gereği olarak sadece ilahiler ve dini mesaj içeren şarkılar yapmaya karar vermiştir.

Tubay Fırat, Allah(c.c)'ın dinine yardımın ve iyiliği emredip kötülükten sakındırmanın farz olmasına rağmen bu görevlerin günümüzde göz ardı ediliyor olmasından büyük üzüntü duymaktadır. Kur'an'da Allah(c.c)'ın kainatı eğlence olsun diye yaratmadığının açık ve net bir şekilde haber verildiğini hatırlatan Tubay Fırat, birçok ayetten yeryüzünde layıkıyla kulluk eden kalmadığında geçmiş kavimlerde olduğu gibi insanlığın helak edileceğini, başka peygamber gelmeyeceğinden bu helakın kıyamet olacağını anlamak için alim olmaya gerek olmadığını söylemektedir.

Yine ona göre Allah(c.c)'ın dinine yardım ve iyiliği emredip, kötülükten sakındırma görevini ihmal eden özellikle biz günümüz müslümanlarının, kendi elleriyle insanlığın sonunu hazırladıklarının farkına varmaları gerekmektedir. Kendisinin bunu geç anlamasından ötürü pişmanlık duyduğunu belirten Tubay Fırat, geç de olsa Kur'an'da buyrulduğu üzere hesap gününde Yüce Rabbi'ne bir mazeret sunabilmek adına maddi hiçbir çıkar gözetmeden halen başta "OKU" adlı site olmak üzere çok sayıda blog ve sosyal medya sayfalarında yayın yönetmeni ve editör olarak tebliğ ve irşad faaliyetlerinde bulunduğunu söylemektedir. Yine bu kapsamda kendisi blog tasarımı, yazılı ve görsel içerik üretimi ile de ilgilenmektedir.

Kısaca Tubay Fırat'ı tanıtmaya çalıştığımız bu yazımızı, onun adeta kendini özetleyen "Ben Rabbimden Yanayım" adlı şiiri ile bitiriyoruz. Allah(c.c) gayretlerini katında kabul ve makbul eylesin; kendisine sağlıklı, sıhhatli, hayırlı uzun ömürler versin(Amin).

BEN RABBİMDEN YANAYIM

Ne parti ne cemaat,
Ne mezhep ne tarikat,
Ne takım ne teşkilat,
Ben Rabbimden yanayım.

Ne ırk ne renk ne sembol,
Ne ideoloji ne idol,
Ne sağ ne orta ne sol,
Ben Rabbimden yanayım.

Ne soy sop ne aile,
Ne oymak ne sülale,
Ne il ne semt ne mahalle,
Ben Rabbimden yanayım.

Rabbim için yererim,
Şeytanla cenk ederim,
Küfre nefret beslerim,
Ben Rabbimden yanayım.

Rabbim için söylerim,
Kulu O’na seslerim,
Hz.Davud(a.s)'dur benim pirim,
Ben Rabbimden yanayım.

Rabbim için severim,
Mümini dost bilirim,
Hz.Muhammed(s.a.v)'dir önderim,
Ben Rabbimden yanayım.

Tubay Fırat